Ürettiklerimiz ve tükettiklerimiz dünyamıza zarar veriyor, çözüm: sorumlu tüketim ve üretim
Dünya nüfusu artmaya devam ederken, doğal kaynaklarımız da hızla tükeniyor. Tüketim ve üretimin doğal kaynakların kullanımına dayanması ise daha yaşanabilir bir dünya için birey ve kurumların birlikte hareket etmesini kaçınılmaz hale getiriyor. Tüketiciler tercihlerini gün geçtikçe çevreye duyarlı markalardan yana kullanırken, iş dünyası ise Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları arasında yer alan ‘Sorumlu Üretim, Sorumlu Tüketim’ modelini odağına alıyor. Fieldz olarak bu yazımızda sürdürülebilir bir dünya için sorumlu üretim ve tüketim alanlarında neler yapabileceğimize değineceğiz.
Bugün dünya üzerindeki yaklaşık 8 milyar insan, doğal kaynakları “olduğundan daha fazla" kullanıyor ve her geçen gün artan atık seviyesi de bu aşırı tüketime eşlik ediyor. Döngüsel ekonomi politikalarının uygulanamamasının bir sonucu olarak insanlar tarafından kullanılan tüm kaynakların %90’ından fazlası boşa harcanırken, bunların yalnızca %8,6’sı ekonomiye geri dönüyor. Gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakmak için doğal kaynaklarımızın kullanımını sınırlamanın ve sera gazı emisyonlarını azaltmanın yolu ise sorumlu üretim ve tüketime odaklanmaktan geçiyor.
Küresel Limit Aşım Günü’nün alarmı
İklim değişikliğinin etkisini artırması kuraklık, orman yangınları, seller, mevsimsel anormallikleri gibi ekstrem olayları beraberinde getiriyor ve kuşaklar şu ana kadar hiç görülmemiş ölçüde doğa felaketine şahit oluyor. İklim krizi kaynaklı doğa olaylarına karşı önlem almak ve daha yaşanabilir bir dünyaya sahip olmak için ise doğal kaynakların bilinçli kullanımı her geçen gün önem kazanıyor. Dünya genelindeki tüm insanların yıl boyunca talep ettiği doğal kaynakların ve o yılda yeniden üretebilecek kaynak miktarının hesaplandığı ve bu yıl dünya için 28 Temmuz, Türkiye için ise 28 Haziran olarak belirlenen Küresel Limit Aşım Günü’nde, ülke bazlı ekolojik araştırmalardan çıkarılan sonuçlar ise hem sektörleri hem de bireyleri sorumlu üretim ve tüketim politikaları uygulamaları için harekete geçiriyor.
Yaşanabilir bir dünya için ‘ortak bilinç’
Şunu biliyoruz ki daha iyi ve yaşanabilir bir gelecek inşa etmek için doğal kaynakları doğru ve sorumlu bir şekilde kullanmalıyız. Doğal kaynaklar, hammadde ve malzemeler arasında denge kurmanın yolu ise sürdürülebilirlik ilkelerinden geçiyor. Çeşitliliğin ve üretkenliğin devamlılık değerlerinden doğan sürdürülebilirlik ise üç ana bileşenden oluşuyor. Sırasıyla çevreyi koruma, ekonomik büyüme ve sosyal gelişimden oluşan bu üç temel bileşen, hızlı sanayileşme ve nüfus artışından kaynaklanan küreselleşmenin olumsuz etkilerini faydaya çevirerek daha yaşanabilir bir dünyayı mümkün kılıyor. Bu noktada tüketicilerin ve iş dünyasının üstlenmesi gereken sorumluluklar varken, “sorumlu üretim, sorumlu tüketim” ilkesiyle hem gezegenimizi hem de kârlılığını korumayı amaçlayan sektörler ise hali hazırdaki politikalarını değiştiriyor ve tüketiciler de sürdürülebilir politikaları pratiğe dönüştüren şirketleri tercih ediyor.
Tüketiciler çevreye karşı sorumluluk üstlenen üreticileri tercih ediyor!
İş dünyasının liderleri sorumlu üretimi bir değer haline getirirken, arz ve talep dengesinin önemli oyuncuları olan tüketiciler de sorumlu tüketimi gündelik yaşamlarının bir parçasına dönüştürüyor. IBM İş Değeri Enstitüsü’nün tüketicilerin çevreye duyarlı politikalarının nabzını tuttuğu araştırma da gösteriyor ki her iki kişiden biri (%51) için sürdürülebilirlik geçtiğimiz yıla kıyasla daha kritik bir önem arz ediyor. Araştırmaya göre tüketicilerin eylemleri de amaçlarına uymaya başlıyor ve neredeyse üçte ikisi (%65) sürdürülebilirliğin davranışlarında etkili olduğunu belirtiyor. Tüketicilerin %49’u da sosyal sorumluluğunu yerine getiren markaları tercih ediyor.
İş dünyasının yeni nesil stratejisi: “Daha yeşil bir üretim ve operasyon süreci”
Toplum farkındalığının arttığı bu dönemde, birey ve kurumlar da çevre politikalarını önceliklendiriyor. Daha yeşil bir üretim ve operasyon sürecini başlatan kurumlar bu sayede toplum gözünde değer kazanmanın yanı sıra daha yaşanabilir bir dünyayı geleceğe miras bırakıyor.
Dünya genelinde sürdürülebilirlik odaklı farkındalık yaratmak için birçok etkinlik düzenlenirken, iş dünyası Birleşmiş Milletler’in 17 maddeden oluşan Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’na (SDG) odaklanıyor. 2015’te kabul edilen ve 2030’a kadar 3 temel sorunu ortadan kaldırmaya yönelik hazırlanan maddeler, aşırı yoksulluğu sona erdirmek, eşitsizlik ve adaletsizlikle mücadele ve iklim değişikliğini düzeltmeyi amaç ediniyor. Birleşmiş Milletler #Hareketegeçin çağrısı ile tüketicileri ve iş dünyasının liderlerini çözüm odaklı davranışlara davet ederken, farklı sektörler de hem sorumlu tüketimi hem de sorumlu üretimi kapsayacak uygulamalarını hayata geçiriyor.
1. Tedarik zincirleri ‘sorumlu üretim, sorumlu tüketim’ çağrısı yapıyor
Endüstrilerin çevresel etkilerinin %90’ı tedarik zincirleri operasyonlarından kaynaklanıyor. Sektör doğası gereği artan talep karşısında daha çok enerji kullanıyor, hammadde dönüştürüyor ve taşıma süreçlerinde karbon emisyonunun oluşmasına yol açan lojistik işgücüne ihtiyaç duyuyor. Sorumlu üretim ve tüketim stratejilerine ortak olarak yeni politikalar geliştiren işletmeler, operasyonlarında öncelikle maliyet, gelir ve verimliliğe odaklanırken, üretim aşamalarında da yeşil ürün ve satın alma, geri dönüştürülebilir malzeme, atık yönetimi, yeşil lojistik, verimli kaynak kullanımı gibi yalın etkinliklere önem veriyor. Ülkemiz tedarik ağında önemli bir paya sahip olan şirketler de bu yaklaşımı iş modellerine entegre ederek önemli çalışmalara imza atıyor. Türkiye’nin ilk ve en büyük kurumsal satın alma ve tedarik zinciri yönetimi şirketi Zer, Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın 12. maddesi ‘sorumlu tüketim ve üretim yaklaşımını merkeze alan Hayalimiz Benzer İş Birliği Programı ile müşteri ve tedarikçilerini daha yaşanabilir bir dünya için hayallerine ortak olmaya davet ediyor.
“Geleceğimiz için sorumluluklarımız ortak, hayallerimiz benzer!” sloganıyla 2019’da başlayan Program’a Zer tedarikçileri ve müşterileri ‘çevre ve doğal kaynakların korunması’ ve ‘yaşam biçiminin bu doğrultuda değiştirilmesi' başlıklarında fikir projeleri ya da mevcutta uygulaması süren projeler ile başvurulabiliyor. Başvuru kriterleri içerisinde Y kuşağı bir proje elçisinin olması da bulunan Hayalimiz Benzer’de projeler etki potansiyeli, uygulanabilirlik, sürdürülebilirlik ve verimlilik olmak üzere dört kriter ile değerlendiriliyor.
Bağımsız üyelerden oluşan Seçici Kurul tarafından seçilen projelerin gelişimleri bir yıl boyunca Zer elçileri ve program danışmanı Sürdürülebilirlik Akademisi tarafından takip ediliyor. Proje ekipleriyle birlikte çalışılarak performans kriterleri, yapılacaklar, proje adımları kararlaştırılıyor ve gelişimleri 3 aylık bazda inceleniyor. Hedeflenen adımları tamamlayan projeler bir yılın sonunda ödüllendiriliyor.
2. İnşaat sektörü yenilenebilir enerji üretiyor
İnşaat sektörü, doğal kaynaklarımızın en büyük kullanıcıları arasında yer almasının yanı sıra, kendi habitatlarında yaşayan canlıların da zarar görmesine yol açabilecek eylemlere neden olabiliyor. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki inşaat sektörü dünya çapındaki enerji kullanımının %36’sına sahipken, karbondioksit emisyonlarının da %40’ına sebep oluyor. Yalnızca beton üretiminin 2,8 milyar tondan fazla karbondioksit ortaya çıkarması ise sektör için sürdürülebilir iş modellerini zorunlu kılıyor. Uygulanabilecek çözümlerin ilk sırasında ise yenilenebilir enerji sistemleri bulunuyor. İnşaat sektörünün yerinde kullanılabilen ve güneş panelleri aracılığıyla şarj edilebilen modüler pil sistemi çözümleri güvenlik ekipmanlarına güç sağlamanın yanı sıra sektörün neden olduğu karbondioksit oranının da dengelenmesini sağlıyor.
3. Ulaşım ve taşımacılıkta sürdürülebilirlik şartının ilk maddesi: Teknoloji
Hızlı kentleşme ve lojistik hizmetlerine duyulan ihtiyacın artması ulaşım ve taşımacılık sektörüne yapılan yatırımları her geçen gün artırıyor ve yeni yollar, limanlar, havaalanları inşa etmek için doğal kaynakların kullanımı kaçınılmaz oluyor. Oysa özellikle küresel emisyonların yaklaşık %28’ini oluşturan lojistik sektöründe bu eğilimi tersine çevirmek mümkünken, sürdürülebilir çözümlere odaklanılmadığı takdirde Birleşmiş Milletler’in 2050’ye kadar iklim tarafsızlığını amaçladığı Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’na ulaşmanın neredeyse imkansız olacağı öngörülüyor. Bu tehlikenin önüne geçmek için sektör liderlerinin çevresel, sosyal, kurumsal ve ekonomiye dayalı sürdürülebilirlik kriterlerini yerine getirerek yeni uygulama ve iş modelleri geliştirmeleri gerekiyor.
Yeşil lojistik olarak adlandırılan bu uygulamaların ilk sıralarında ise alternatif yakıt kullanımı ve elektrikli araçlar geliyor. Gelecek dönemde lojistiğin anahtarı olacak alternatif yakıtlar, sıvılaştırılmış fosil yakıt olarak da ifade edilirken çevreye daha az zarar veriyor ve uygun fiyatlı, kullanışlı özellikleriyle birçok avantaj sağlıyor.
Lojistikte sürdürülebilirliğin diğer bir kolu olan ve sıfır egzoz emisyonuna sahip elektrikli araçlar da yenilenebilir enerji ile şarj edildiği takdirde karbondioksit emisyonlarında daha fazla azalmaya kapı aralıyor. Fakat lojistikte çevreye duyarlı çalışmaların karşılık bulabilmesinin yolu karbon ayak izinin hesaplanmasıyla birlikte alternatif taşıma yolları ve sürdürülebilir optimizasyon tasarlanmasından geçiyor. Bu alanlarda inovasyona yatırım yapan şirketler ise sürdürülebilir bir dünyaya katkıda bulunurken, hem kendilerine artı değer katıyor, hem de şirketlerinin gider kalemlerinden tasarruf ederek ekonomik dengeye ulaşıyor.
Herkes için sorumlu üretim, sorumlu tüketim
İklim değişikliğinin etkisini her geçen gün artırdığı, doğal kaynaklarımızın hızla tükendiği bugünlerde daha iyi bir gelecek için yarattığımız etki üzerine düşünmek ve daha da geç olmadan alışkanlıklarımızı değiştirmek için hepimize önemli görevler düşüyor. Hem tüketim hem de üretim aşamalarındaki çevresel etkiyi azaltmak daha kritik hale geldikçe de ‘sorumlu üretim, sorumlu tüketim’ modeli hem tüketiciler hem de sektörler için şart oluyor. Gelişen teknoloji ve dijitalleşmenin yaygınlaşması ise sürdürülebilir bir dünya yaratmak için insanlık tarihinin en kârlı ve büyük avantajları sunuyor. Başka bir dünyamız olmadığının farkında olarak tüketmeli, ürettiğimiz her şeyin biricik dünyamıza vereceği hasarı düşünerek inovasyonu güçlendirmeliyiz.